yaz bizi gerçekten mutlu mu ediyor, yoksa sadece iyi rol mü yapıyoruz?
hayatta her yaz başlarken kendimize aynı yalanı söylüyoruz: bu yaz bambaşka olacak. daha az yorulacağım, daha çok gezeceğim, biraz bronzlaşacağım ama abartmayacağım. belki bu yaz beni bir şey iyileştirecek. çünkü yazlar hep iyileştirir. değil mi? ama sonra gerçeklik kendini hatırlatıyor. terleyen sırtlarımız, eriyen makyajlarımız, hiçbir yere yetişemeyen adımlarımız. sonra o cümle zihnimize düşüyor: “yaz sandığım kadar büyülü değilmiş.”
bir noktada şunu fark ettim: belki de biz yazı değil, yazı anlatma fikrini seviyoruz. story’lerde harika görünen tatiller, güneşin altında parlayan saçlar, bir kahve bardağının yanına iliştirilmiş o “an” hissi. biz aslında o kareleri seviyoruz. yazın kendisini değil, yazdan çıkarılabilecek anlamı. o yüzden yazı yaşamaktan çok, yazmak daha kolay geliyor. çünkü yazı yazarken kimse sana “gölge mi bulamadın?” diye sormuyor. kimse sıcak mı ter mi umurunda değil. orada sadece sen varsın ve birkaç cümle. belki de bu yüzden bazı yazlar gerçek hayatta değil, kelimelerin arasında daha katlanılır hâle geliyor.
bu yaz da farklı olmayacak. planlar yapılacak, planlar iptal edilecek ama yaz yine de geçecek ve biz, yazın ortasında durup hâlâ ne hissettiğimizi çözemiyor olacağız. çünkü yaz bir şey vaat eder ama asla tam olarak vermez. belki, tam da bu yüzden, her yaz başında aynı yalanı tekrar söyleriz:
bu yaz bambaşka olacak.
and just like that… yaz, yine başladı.